Gece serin.. Gökyüzü parlak, koyu mavi. Ayın altında dört genç kadının cansız bedeni.. Yüreklerinin olduğu yerde kocaman mor gölgeler ve korkunç kan lekeleri…
Sisler arasında bir araba enkazı… Enkazın hemen yanı başında bacağı kopmuş başka bir kadın… Henüz yirmili yaşlarında belki.. O ve az ötede yatan on yedi yaşındaki genç kız nefes alıyor belli belirsiz. Bir sokak köpeği uzun uzun uluyor karanlığın içinde. Barut ve kana bulanmış sokakta, tozlar kaldırarak dönüp duruyor. Umutları sokak ortasında yağmalanmış gencecik altı gövdeyi çekiştirip eteklerinden, hayata döndürme gayretiyle kıvranıyor. Bu sokak ortasında şimdi, bir araba enkazının etrafında dördü cansız, ikisi ağır yaralı altı beden ve ne zaman çığlığa dönüşeceği bilinmeyen kahredici bir sessizlik, başka sokaklarda ise her şeye rağmen devam eden bir yaşam var…
Az sonra polis sirenleri ve telsiz sesleri yırtıyor geceyi. Şehrin ana girişi olan bulvar polisler tarafından trafiğe kapatılmış, kimse bırakılmıyor. Olay yerine koşup gelen aileler, akrabalar ve yakınlar çaresizlik içinde yalvarıyor. Ama görevliler yumuşamıyor.
Arabanın enkazının altından yeni ağıtlar çıkıyor sürekli. Ertesi güne alınmış ve artık gidilemeyecek bir yolculuk bileti. Kana bulanmış ders notları, yarım kalmış bir kitap, parçalanmış bir ayna, kırık bir saç tokası, birkaç fotoğraf belki… Ülkede şimdi; bu araba enkazının başında ya da hemen sokağın kenarındaki kaldırımda, telsiz anonslarında ve şehir giriş çıkışlarında, genci-yaşlısı el ele, yürek yüreğe, dördü ölü ikisi ağır yaralı bu altı genç kız için ağlıyor.
O enkazın çevresinde dökülen gözyaşlarını, televizyonlarının başında bizler, elimiz kolumuz bağlı, kendi gözyaşlarımıza karıştırarak akıtıyoruz içimizdeki enkaz yığınına. Evlatlarını yitiren ana babaların, canlarını kaybetmenin acısıyla yıkılan canların, cansız bedenleri hala nefes alabilir umuduyla sarıp sarmalayan insanların dayanılmaz ağırlığı altında eziliyoruz. Beynimizdeki görüntüler renkliden, siyah beyaza, giderek en koyu, kapkara bir siyaha dönüşüyor. Yüreğim acıyor.
Çaresizlik ve umutsuzluk içinde çırpınıp duruyorum. Bir el; 17 yaşındaki Nuran’ın eli bu, umutla uzanmış… Bir baş; omzuna düşmüş uykusunun gölgesi. Nergis kızın cansız başı… Bir bacak; Gülcan hemşirenin kopmuş bacağı.. dizkapağı kan içinde paramparça.
O ele güç istiyorum, o başa bir omuz, o bacağa kan ve o dört cansız bedene gümbür gümbür çalışan bir yürek olmak istiyorum. Ancak çarem de yok, mümkünüm de.
Bir çığlık duyuyorum sadece. Sesim benim sesim değil aslında, sesim yüreğinden acı fışkıran Gülcan hemşirenin sesi, parmak uçlarından ölüm damlayan Zeynep kızın, gözleri açık giden Kevser’in, hayatının baharında hayata doyamadan katledilen Nurcan’ın sesi…
Bir feryat ki, böylesi duyulmadı, yaşanmadı…
Kaç çocuk, kaç genç kız, kaç anne, kaç nine, kaç kadın, kaç can?
Adlarını kendime ad yaptığım, acılarını ömür defterime yazdığım, çocukluğunun uykusundan henüz uyanmamış, gencecik kızların hatıralarını gömüyorum yüreğimin enkazına. Evler yıkık, ocaklar sönmüş, sokaklar ev olmuş. Rüzgâr esiyor boş kovanlar arasında, tam iki yüz boş kovan ve bir ölüm ki boşluğa doğru sallanıyor. Hayaller kurulmuyor, çeyizler düzülmüyor, güller kurutulmuyor aşk romanlarının ıslak sayfaları arasında, işten gelecek yavuklunun yolu gözlenmiyor ve sabah dedikoduları yapılmıyor artık balkondan balkona. Gözler hep boşluğa, hep bomboş bakıyor. Yürekteki acılar büyüyor ve kuşatıyor bütün gökyüzünü. Neticede patlama noktasına geliyor ve yağmur olup çöküyor şehrin üzerine. Her şey daha da kötüleşiyor. Mezarlık manzaralı evlerdeki insanlar artık ağlamıyor, manzaranın neden böyle olduğunu ise kimse bilmiyor.
Bu sokakta gece sabaha doğru inerken, şehre ağır bir ölüm kokusu yayılıyor. Yüksek perdeden okunan ezan da bitiyor sonunda. Caminin arka bahçesinde bir teneşir tahtası duruyor. Islak, su kabağından oyma bir tas var üstünde. Sabunlu sular betona yayılıyor kanla karışık. Birkaç yaşlı kadın, başlarına sardıkları kara yazgılarından bozma kara yazmalarla koşturuyor avluda ağlayarak. Mezarlıkta yarı beline kadar toprağa girmiş Nurettin dayı, bir ara cinnet geçirecek gibi oluyor ve mezarları gösteriyor donuk gözlerle. “Bu büyük kızım Zeynep, bu da ortanca Nergis.. İkisini de ellerimle gömdüm. Küçük kızım Nuran ağır yaralı. Onu da kaybetmekten korkuyorum. Bu kan dursun artık” diye feryat ediyor. “BU KAN DURSUN ARTIK..”
Daha dualar dudaklardayken, gencecik bedenler yan yana gömülüyor kara toprağa. Ama bizim yüreklerimizdeki acının üzerine örtebileceğimiz bir toprak yok..
Baskınlar, saldırılar, bombalama eylemleri… Bu anlamsız savaş hala niye devam ediyor? Gencecik masum insanlar niye ölüyor durmadan? Ellerine bunca günahsız insanın kanı bulaşanlar, nasıl uyuyabiliyorlar yataklarında? Tam 200 kurşun sıkmışlar, altı savunmasız cana. Neyin diyetidir bu, neyin intikamı.? Kaç vakittir örgütlü acılarımız var bizim ve örgütlü yaslarımız… O savruk matemlerimiz ki yaraya kezzap.. Bir felaket ki; kadınlarımızın, genç kızlarımızın, henüz doğmamış ana karnındaki yavrularımızın, sabi çocuklarımızın çevresine konuşlandı nicedir. Hain pusularda şehit verdiğimiz gencecik evlatları, polisleri, askerleri saymıyorum bile...
‘PARDON..! POLİS ARACI SANMIŞTIK..”
Olaydan 3 gün sonra, kızların toprağı kurumadan daha, saldırıyı üstlenen ve otomobilin polis aracı sanılarak saldırının gerçekleştirildiğini öne süren terör örgütü açıklama yapıyor utanmadan; "Yaşanan acı olaydan dolayı halkımızdan, yaşamlarını yitiren insanlarımızın ailelerinden ve çevrelerinden özür diliyoruz" diyor.
Şimdi biz nasıl söndüreceğiz bu yangını? Susarak mı? Konuşarak mı, bağrımıza taşlar basarak mı, yanarak mı ateş düşen evlerde, yoksa ana haber bültenlerinde tartışarak mı, seçim meydanlarında biraz daha artırarak mı öfkenin dozunu, ya da dualarımıza dualar ekleyerek ve her defasında kalbimiz yerinden fırlarcasına göz atarak mı gazete haberlerine?Ve bu coğrafyada kadın olarak her türlü şiddete, cinayete, ayrıma kurban yazgılıyken yazımız; en çok göze çarpan şey aslında, yaşamla ölüm arasında hiçbir mesafenin kalmamış olması. İsteseniz de ölümden uzak kalamıyorsunuz. Ölümden kıl payı kurtulmuş olanların bile dillerinde hep ölüm var. Namus, töre, terör… Sebebi her ne olursa olsun eşleri, kardeşleri ya da terör örgütü eliyle gelen ölüm
Av. Çiler Nazife Koşar
Comments