“Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”, bilinen adıyla “İstanbul Sözleşmesi”, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele amacıyla 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da imzaya açılan sözleşme, 2019/Mart ayı itibarıyla 46 devlet ve Avrupa Birliği tarafından imzalanmıştır.
Türkiye, 12 Mart 2012 tarihinde, bu sözleşmeyi onaylayan ilk ülke olmuştur.
Sözleşme, uluslararası hukukta kadına karşı şiddetin, kadın erkek eşitsizliğinin ve kadınlara karşı yapılan ayrımcılığın sonuçları olduğuna vurgu yapan ilk sözleşme olma özelliğine sahiptir.
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle çok yönlü mücadele etmek amacıyla hazırlanmıştır.
Taraf devletlerden beklenen öncelikli olarak; kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak, ortadan kaldırmak ve şiddet mağduruna ve failine karşı destek politikaları oluşturmaktır.
İmzacı taraf devletlerin yükümlülükleri şunlardır;
1- Toplumsal cinsiyete duyarlı politikalar, kapsayıcı ve eş güdümlü politikalar uygulamak,
2- Mali kaynaklar ayırmak,
3- Resmi bir eş güdüm birimi kurmak,
4- İstatistiksel veri toplamak, incelemek, yayınlamak,
5- Şiddetin önlenmesi için zihniyet değişikliği sağlamak.
İstanbul sözleşmesi bütün bunların yapılması için imzacı taraf devletlere detaylı bir yol haritası çizmektedir.
Sözleşme; taraf devletlere, “ev içi şiddet (fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik), taciz amaçlı takip, tecavüz dahil cinsel şiddet, cinsel taciz, zorla evlendirme, kadınların sünnet edilmesi, kürtaja zorlama ve kısırlaştırmaya zorlama” davranışlarına yönelik olarak, cezai veya başka bir hukuki yaptırım öngörmeyi zorunlu kılmaktadır.
Türkiye, 12 Mart 2012 tarihinde İstanbul Sözleşmesi’ni imzalaması akabinde, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti engellemeye yönelik olarak şu adımları atmıştır;
1-6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine dair Kanun, 2012 yılında kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.
2- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesindeki “Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü” bir koordinasyon kurumu olarak belirlenmiştir.
3- 2007-2020 yılları kapsayan ve şiddetle mücadeleyi amaçlayan Ulusal Eylem Planları hazırlanmıştır.
4- Kadınlara yönelik şiddetle mücadelede, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadınların güçlendirilmesi odaklı tedbirler alınmıştır.
Sözleşmenin, imzacı taraf devletlere getirdiği yükümlülük olan, iç hukuka uygulanması yükümlülüğünü Türkiye, 6284 sayılı kanunu yürürlüğe koyması ile yerine getirmiştir.
Görüldüğü üzere tamamen cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadına yönelik her türlü taciz, fiziksel ve psikolojik şiddeti hatta pozitif veya negatif ayrımcılığı dahi engellemek amacıyla oluşturulan sözleşmenin, son zamanlarda Türkiye tarafından imzalandığı için pişman olunduğu konuşulmaktadır.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’ni yeniden gözden geçireceği söylentilerinin temeli, Türkiye’deki aile yapısına zarar vereceği ve aile yapısının yok olacağı endişelerini barındırmaktadır.
Oldukça sığ olduğunu düşündüğümüz bu söylentileri, kesinlikle kabul etmemiz mümkün değildir. Zira Türkiye’deki aile yapısının yok olacağı düşüncesiyle İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi, açıkça kadın düşmanlığıdır.
Bununla birlikte İstanbul Sözleşmesi’nin iç hukuka uygulanması ile yürürlüğe giren 6284 sayılı Kanunu’nun bir sonuç vermediğini ve masumiyet karinesini de ihlal ettiğini savunan görüşler bulunmaktadır.
Öncelikle bu görüşlere de kesinlikle katılmadığımızı belirtmek isteriz. 6284 sayılı Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında alınan koruma ve tedbir kararı, esasen önleyici bir karardır. Yani kadın şiddete uğramasın diye alınmış bir karardır.
Önemle belirtmek gerekir ki, bilinenin aksine bu kanun kapsamında alınan koruma ve tedbir kararı sadece kadınlar için değil, ailedeki tüm bireyler için yani erkek lehine de alınabilmektedir.
Bu kanunun bir sonuç vermediği, gereksiz olduğu görüşüne ilişkin olarak ise kanun kapsamında alınan koruma ve tedbir kararının “caydırıcı” niteliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Keza, tedbir kararına aykırılık halinde, hâkim kararıyla şiddet uygulayan karşı tarafa kısa süreli zorlama hapis cezası da verilebilmektedir.
İlaveten talep doğrultusunda, koruma kararı talep edilen karşı tarafın varsa silahının kolluğa teslim edilmesine de karar verilebilmektedir. Bu da kanun kapsamında alınan koruma ve tedbir kararının “önleyici” nitelikte olduğunu göstermektedir.
Tüm bu sebeplerle; şiddet uygulayan en basit haliyle mağdurun arkasında devlet gücünün olduğunu görecektir. Dolayısıyla kanunun bir sonuç vermediği ve gereksiz olduğu görüşünün yersiz olduğu görülmektedir.
Yine yukarıda bu kanunun masumiyet karinesini ihlal ettiğine dair görüşler olduğundan da bahsetmiş idik.
Ceza yargılamasının temel prensibi olan masumiyet karinesi, suçluluğu %100 oranında kesin olan kişilerin cezalandırılmasını öngörmektedir. Bu noktada %1’lik bir şüphenin dahi sanık lehine yorumlanması gerekmektedir. Bu ilkenin amacı da suçsuz bir kimsenin mahkum edilmesindense, suçlu kimsenin cezasız bırakılmasının tercih edilmesidir. Çünkü bu durumda suçsuz bir kimsenin mahkûm edilmemesi, daha ağır basmaktadır.
6284 sayılı kanun kapsamında alınan, koruma ve tedbir kararının verilebilmesi için şiddet uygulandığına dair somut delil aranmamaktadır. Bu durumda koruma kararı talep edilen karşı tarafın şiddet uygulayacağına dair %1’lik bir şüphe varsa, mağdur olduğunu iddia eden kişi lehine koruma ve tedbir kararına hükmedilir. Burada ise %1’lik bir şüphe, mağdur lehine yorumlanmaktadır.
Bu hükmün temel amacı, şiddete uğrama tehlikesi olan gerek kadın gerekse de erkek kişinin, şiddete uğramasını engellemektir. Yani, şiddete uğramadan, bunun meydana gelmesini engellemektir.
Bu noktada ise, şiddete uğrama ihtimali olan kadın veya erkeğin şiddete uğramasındansa, şiddet uygulama ihtimali olan kişiye karşı yaptırımlar uygulanması daha ağır basmaktadır.
Şiddet uygulama ihtimali olan kişiye karşı uygulanan yaptırım kesinlikle kişinin özgürlüğünü bağlayıcı bir ceza değildir. Şiddet uygulama ihtimali olan kişi aleyhine koruma ve tedbir kararının mevcut olması durumunda, kişi yine de bu karara aykırı davranarak kararı ihlal ederse o zaman, hâkim kararıyla zorlama hapis cezasına hükmedilebilir.
Görüldüğü üzere bu durum kesinlikle masumiyet karinesinin ihlali anlamına gelmemektedir. Bu sebeple bu kanunun masumiyet karinesini ihlal ettiğine dair görüşlere kesinlikle katılmadığımızı ve bu görüşleri kabul etmemizin mümkün olmadığını bir kez daha belirtmek isteriz.
İstanbul sözleşmesi, kadına yönelik şiddetin, kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin bir tezahürüdür. Kadın - erkek arasındaki eşitliğin gerçekleştirilmesi ise kadına karşı şiddetin önlenmesinde temel bir unsurdur. Bu sebeple İstanbul Sözleşmesi, kadınlar için can simididir ve kanımızca kesinlikle feshedilmemesi gerekmektedir.
Av. Çiler Nazife Koşar
Comments